16 Kasım 2017 Perşembe

‘Trafik kazası’ değil kasten öldürmeye teşebbüs! Dünya Trafik Mağdurlarını Anma Günü


‘Trafik kazası’ değil kasten öldürmeye teşebbüs!

Her yıl kasım ayının 3. Pazarı  Dünya Trafik Mağdurlarını Anma Günü… 1993 yılında İngiltere Road Peace Derneği tarafından başlatılan bu günü,  trafik mağdurlarını anmak, toplum ve kamuoyu bilinci oluşturmak için bir anma gününe dönüştürenler, 1995 yılından itibaren, Avrupa Trafik Mağdurları Federasyonu (FEVR) çatısı altından buluşan trafik mağdurları için çalışan sivil toplum kuruluşları oldu. Bu özel gün, ilk Avrupa Anma Günü olarak kutlandı. Daha sonra Güney Afrika, Arjantin ve İsrail’den sivil toplum kuruluşlarının katılmasıyla Dünya Trafik Mağdurlarını Anma Günü adını aldı. 26 Ekim 2005’te, Dünya Sağlık Örgütü’nün desteği ile BM tarafından da Trafik Mağdurlarını Anma Günü tanındı. Türkiye ise 2007’den itibaren bu günü resmi olarak tanıdı. Teknolojinin bu kadar geliştiği bir dünyada karayolu güvenliğinin sağlanamaması, karayolu ölüm ve yaralanmalarının önüne geçilememesi ülkemizin olduğu kadar tüm dünyanın en büyük sorunlarından biridir . Ancak Türkiye’de gelinen nokta, trafik mağdurları için sadece bir günde anılmasının yeterli olmadığını ortaya koymaktadır.  Öngörülebilen ve önlenebilen bu çarpışmalar nedeniyle hayatını kaybedenler ve yaralananların yakınları, mağdur haklarının korunması konusunda hala ciddi sıkıntılar yaşıyorlar.  Dünyada kayıtlara geçen ilk ölümlü trafik çarpışmasının 121 yıl, Türkiye’de ise 105 yıl önce meydana geldiğini düşünürsek, 100 yılı aşkın bir süredir tüm dünyanın uğraştığı bir sorun olduğunu söyleyebiliriz.

“İlk çarpışmadan beri şoför kaçıyor”
Türkiye’deki ölümle sonuçlanan ilk trafik çarpışmasının 105 yıl önce i 26 Ocak 1912’de yaşanmış. “Zincirlikuyu’dan Beyoğlu’na giden İtalyan Sefaretinin şoförü Frederico Rasi’nin, Şişli Camii’nin önünde İdris isimli bir Arnavut’a çarpması sonucu, ağır yaralı İdris’in hayatını kaybetmesi ile bu ilk ölümlü çarpışma kayıtlara geçti. O gün de şoför çarpışma sonrasında kaçtı. O günden beri “kaçma” alışkanlık haline geldi. Ancak şoför Rasi, Pangaltı’da yakalandı. İtalyan Sefareti devreye girdi ve İdris Bey’in ailesine yüklü bir tazminat verildi, şoför Rasi’ye ise gereken ceza kesilmiş ve dosya kapatılmış.” Trafik çarpışmalarında mahkeme dosyalarının kapatılması ise 105 yıldır süren bir gelenek olarak ülkemizde hala devam ediyor.

“Kaza, baştan affetmeyi öngörüyor”
Türkiye’de kayıtlı rakamlara göre 2016 yılında 7 bin 300 kişinin trafik çarpışmalarında hayatını kaybetti, 303 bin 812 kişi de yaralandı. “Bu çarpışmalara kaza denmesi en büyük sıkıntı. Çünkü ‘kaza’ kelimesi baştan affetmeyi öngörüyor. Oysa yaşananların hepsi dikkatsizlik ve sorumsuzluk nedeniyle meydana geliyor yani ‘öngörülebilirler’. Kırmızı ışıkta geçerseniz, bir çarpışmaya neden olursunuz; hızınızı kontrol edemeyecek şekilde artırırsanız, istenmeyecek sonuçları ortaya çıkarırsınız ve birine çarpıp kaçarsanız ‘bir insanın yaşam hakkını elinden alırsınız’. O zaman neden hala ‘kaza’ deniyor. Doğrusu ‘kasten öldürmeye teşebbüs’ olmalı ve adalet sistemi de buna göre şekillenmeli”dir. Trafik çarpışmalarının yüzde 90’ı sürücü hatası nedeniyle yaşanıyor ve ölümle sonuçlansa dahi bu olaylar hala 3’üncü sayfa haberi olarak görülüyor. Anlık çözümler ile gün kurtarılıyor. İnsanların yaşam hakkı yok sayılıyor ve asıl sorunlar her zaman olduğu gibi halının altına itiliyor. Araçlara verilen değer, insanlara verilmiyor. Trafik çarpışmaları ve sonuçları hala kader olarak değerlendiriliyor”.

“Çarpışma kader değil”
Trafik çarpışmalarına hala  kader olarak  bakıldığı için mağdurların haklarını araması neredeyse imkansız hale geliyor. “Çarpışma sonrası devletin sizin yanınızda olmasını beklerken neredeyse bütün kurumlarını karşınıza geçmiş olarak buluyorsunuz. İlk olarak çarpışmanın hemen ardından hastaneye gidilmek zorunda olunduğu için Sağlık Bakanlığı ile; ölümlü bir kaza ise devreye polis girdiği için İçişleri Bakanlığı ile; olay yargı sürecine taşındığı için Adalet Bakanlığı ile; eğer çarpışmada yol kusuru varsa Ulaştırma, Denizcilik, Haberleşme Bakanlığı ve Belediyeler ile karşı karşıya kalıyorsunuz. Ehliyeti veren kurum Milli Eğitim Bakanlığı olduğu için ona, çarpışma sonrası aldığınız rehabilitasyon ve psikolojik destek almak için Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’na, yakınınızın ölümü sonrası size maaş verecek kurum Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı ile bu bakanlığa bağlı Sosyal Güvenlik Kurumu olduğu için bunlara da tek tek derdinizi anlatmak zorundasınız. “Bu süreçleri sağlıklı bir şekilde atlatabilirseniz ne ala.
Çünkü sıkıntı bununla da bitmiyor. Toplumun geneli çarpışmalara kader diye baktığı için hakimler de ‘giden gitti, kalan sağlara bakalım’ anlayışı ile hareket ediyor. Ve olay basit bir ‘trafik kazası’ olarak ele alınıyor. Sonunda herhangi bir yaptırım öngörülmediği için manevi tazminatlar ödenmeyerek zaman aşımına uğruyor. Ayrıca maddi tazminatlarda da son çıkan torba yasalarla araçların değeri güvence altına alınıp, insan yaşamının değeri azaltıldığı için bir işe yaramıyor. Bu nedenle verilen cezalar ceza olmaktan çıkıyor adeta bir ödüle dönüşüyor” .

“Basit bir trafik kazası gibi görülemez”
Özellikle ‘çarpıp-kaçma’nın bir alışkanlık halinde,  “Davalar, hakim takdirinde bir karar olduğu için, basit bir trafik davası olarak görülmeye devam ediyor. Halbuki gelişmiş ülkelerde çarpıp kaçanlar, ‘yaşam hakkını ihlal etmekle’ yargılanıyor. Çünkü çarpıp kaçmak bir kaza değil, bilinçli olarak bir insanın yaşam hakkını ihlal etmektir.

Dünya Trafik Mağdurlarını Anma Günü vesilesiyle yollarda hayatını kaybeden, sakat kalan ve yaralanan milyonlarca insanımızı sevgi ve saygı ile anarken, devletimizin de artık bu olayları ‘yaşam hakkını ihlal’ olarak görmesi gerektiğini düşünüyoruz”.












Hiç yorum yok:

Yorum Gönder